Ümmü Gülsüm (r.a) Kimdir, Ümmü Gülsüm Hayatı, Peygamberimizin Kızları

0
9715

ÜMMÜ GÜLSÜM (r. anha)

Günler kasvet, vahşet ve sevgiden, kardeşlikten yoksun bir şekilde devam ediyordu. Akıllı insanlar bu karanlığı aydınlatacak bir kurtarıcı göndereceğini Allah’tan (cc) bekliyorlardı. Hele kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, hayattan koparılmaları, onların şeytanla eş değer tutulduğu bir dönemde Sevgili Peygamberimizin (sav) kızı dünyaya geldi. 605 yıllarında Mekke’de doğduğu biliniyor. Zeynep ve Rukıyye’den sonra Resul-i Ekrem’in üçüncü kızı olup annesi Hz. Hatice’dir. Dolgun yüzlü çok güzel bir yavrucak olduğundan dolayı ona Ümmü Gülsüm adı verildi.

O, Mekke’de peygamberlikten önce dünyaya geldi. Kureyşliler kendi aralarında: “Muhammed’in kızlardan başka çocuğu olmuyor…” diye ileri geri dedikodu yapıyorlardı. Onlar kız çocuğu doğduğunda diri diri kumlara gömecek kadar cahiliye içerisinde merhametsiz ve vahşi insanlardı. Onların bu durumunu Allah (cc) şöyle bildiriyor:

“Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür…” (Nahl Suresi, 16/58-59)

Peygamberimize (sav) henüz ilahi görev verilmemişti. Annesi Hz. Hatice’nin himayesinde edebin, ahlakın, görgünün en ince detaylarıyla yetişen Ümmü Gülsüm ve kardeşleri Mekke’de herkesin beğendiği birer çocukluk hayatı yaşıyorlardı. Ablası Rukıyye ile adeta ikiz gibiydiler. Ev işlerinde annelerine ve ablaları Zeynep ve Rukıyye ile uyumlu kardeşliği örnek bir aile modeli olarak, herkesin dikkatini çekiyordu. Ablası Zeyneb’in evlenmesinden sonra üç kız kardeş yaşları birbirine yakın ama birbirlerine hem saygılı hem de bağlıydılar. Kalp kırmamaya, tembellik yapmamaya gayret ediyorlardı. Entelektüel bir hanım olan anneleri Hz. Hatice; kültürün, edebin, hayanın, ahlakın zirvesinde bir insandı. Ticaret kervanları düzenleyip ekonomik hayatın içerisinde ciddi söz sahibi olan Hz. Hatice ve Allah Resulü (sav) biricik kızlarını cahiliyenin tozuna toprağına bulaşmadan yetişmelerine ciddi gayret sarf ediyorlardı.

Peygamberimizin (sav) kızı Zeynep Ebu’l As ile evlenince Ebu Leheb, oğulları Utbe ve Uteybe’yi yeğeninin kızlarıyla evlendirmek istiyordu. O dönemde temiz, iffetli, ahlaklı bir insan bulmak zordu. Ebu Leheb komşusu olan yeğeninin kızlarını iki oğluna istemek için kardeşi Ebu Talib’i aracı yapmıştı. Katı kalpli karı-kocadan olan çocukları Utbe ve Uteybe zarafetin ve inceliğin temsilcisi olan bu iki masumla evleneceklerdi.  Hz. Hatice ve Allah Resulü (sav) bunların durumunu biliyor ama inatçı amca ve yengenin bu isteklerinden vaz geçmeyeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Gönül razı olmayınca Allah (cc) o gonca gülleri, müşrik eli değmeden kurtarıp tekrar baba ocağına döndürecekti. Nişan yapılmış fakat düğünleri olmamıştı.

Sevgili Peygamberimize (sav) peygamberlik verilince Ümmü Gülsüm ve kız kardeşleri Hz. Hatice (r. anha) ile birlikte İslam’la ilk şereflendiler. Ümmü Gülsüm Uteybe ile nişanlanmıştı. Babası Ebu Leheb’in İslam’a ve Peygamberimize (sav) olan aşırı düşmanlığı sonucunda Allah (cc) “Tebbet Suresi’ni” indirince Ebu Leheb oğullarına baskı yaptı ve “O’nun kızlarını boşayın” dedi. Onlar da babalarının sözünü tuttu. Böylece habibinin gülleri iman ve insanlıktan nasibi olmayan müşrik, azgın insanlardan kurtulmuş oldular.

İman halkasına ilk katılanlardan birisi olan Hz. Osman (ra) ile kısa bir zaman sonra ablası Hz. Rukıyye (r. anha), evlenip Habeşistan’a hicret ettiler. Ümmü Gülsüm (r. anha) kız kardeşi Fatıma ile beraber Mekke’de ana-babalarının yanında kaldılar. Artık iki ablası da evlenmişti. Evin işlerinden o sorumluydu. Hayatın sıkıntıları, müşriklerin eza, cefa ve ambargoları günden güne artıyordu. Müslümanlara ambargo ve boykot uygulanıyordu. Haşimoğulları’yla birlikte Müslümanlar, Ebu Talip mahallesinde hapsedilmişti. Üç yıl süren bu ambargoda aç ve susuz bırakılmışlardı. Ümmü Gülsüm (r. anha) bu zor ve sıkıntılı günlerde yaşının üzerinde bir olgunlukla anne ve babasının elem ve kederini hafifletmeye çalışıyordu. Üzerine düşen sorumluluğu biliyor ve annesine:

“Üzülme anneciğim!..” diye onu teselli ediyordu. Aile içerisinde eğer problem yoksa hariçten gelen problemlere göğüs germek daha kolay oluyordu. Peygamberimizin (sav) en büyük tesellisi aile içerisinden kendisine inanmayan birisinin çıkmamasıydı. Hz. Nuh’un (as) oğlu ve hanımı gibi inanmasalardı Allah Resulünün (sav) içi parçalanırdı. Zaten her şeyiyle kendisine yardımcı olan amcası Ebu Talib’in iman etmemesi kendisini büyük bir üzüntüye sevk ediyordu. Her zaman karanlık sonuna kadar devam etmezdi. Her gecenin bir sabahı, her çilenin de bir sonu olacaktı. Bu çilelerin de sona ereceği bir zamanı var diye sabretti. Sabrının mükâfatını Allah’tan bekledi. Günler sıkıntı içerisinde bir-bir geçmekteydi. Bir gün Ebu Talib, Müslümanların kuşatıldığı mahalleye geldi ve ambargonun kalktığını müjdeledi. Kâbe’ye asılan vesikanın parçalandığını haber verdi. Bu haber Müslümanları çok sevindirdi.

Müjdeli haberler mutluluğun devamı anlamına gelmiyordu. Ümmü Gülsüm’ün (r. anha) annesi Hz. Hatice (r. anha), yirmi beş yıl kadar süren mutlu bir evlilik hayatından sonra hicretten üç yıl kadar önce 10 Ramazan’da (19 Nisan 620) vefat etti ve Hacûn Kabristanı’na defnedildi. Resul-i Ekrem (sav), Hatice’nin vefatından üç gün önce amcası Ebu Talib’i kaybettiği için düşmanlarına karşı kendisini savunan iki desteğini yitirmiş oldu.

Sevgili Peygamberimiz (sav) ve kızları Ümmü Gülsüm (r. anha) ile Fatıma’yla (r. anha) hicrete kadar birbirlerine ciddi destek oldular. Nübüvvet davasında müşriklerin baskıları, zulümleri ve hakaretlerine babalarıyla beraber göğüs geriyorlardı. Nihayet baskılar dayanılmayacak hale gelince Peygamberimiz (sav) ve birçok sahabe Medine’ye hicret ettiler. İki kardeş Mekke’de kalmışlardı. Gerçi ablaları Zeynep’te vardı ama o evliydi ve bir kocası vardı. Teyzelerinin oğlu olan Ebu’l As aileye sahip çıkıyordu fakat iman nasip olmamıştı kendisine.

Allah Resulü (sav) Medine’ye yerleşip ailesini getirecek ortamı hazırlayınca Hz. Zeyd bin Harise ile Hz. Ebu Rafi’yi yanına çağırarak onlara Mekke’ye gidip orada kalan ailesini getirmelerini istedi. Hz. Zeyd bin Harise, Hz. Fatıma, Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Sevde ile kendi eşi Hz. Ümmü Eymen ve oğlu Hz. Üsâme’yi de yanına alarak yola çıktı. Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Fatıma (r. anhum), amcaları Hz. Abbas’ın develerine bindiler. Kafile Kudeyd Mevkii’ne gelince Zeyd bin Harise üç deve satın alarak, kutlu yolcuları onlara bindirip, Medine’ye doğru yola devam etti. Kureyşliler Müslümanları Mekke’den hicret etmek durumunda bırakmalarına rağmen, bazıları kötülük yapma düşüncesinden kurtulamamışlardı.

İbn-i İshak’ın bildirdiğine göre:

Allah Resul’ünün (sav) ailesi hicret ederken yolda Huveyris bin Nukiz adında bir Mekkeliye rastladılar. Müslümanlara kötülük yapmaktan zevk alan bu zalim, Hz. Fatıma (r. anha) ve Hz. Ümmü Gülsüm’ün (r. anha) devesini dürtüp ürküterek bu iki masum insanın yere düşmelerine sebep oldu.

Sevgili Peygamberimizin (sav) kızları Ümmü Gülsüm (r. anha) ve Fatıma (r. anha) mücadele ile büyümüş, inanılmaz zulümler görmüş, olanlara sabretmiş, iradeleri çelikleşmişti. Buna da sabrederek çölleri aşıp Medine’ye, dinlerini özgürce yaşayacakları İslam yurduna vardılar. Medine’de Ensar’ın hanımları onları karşılayarak evlerine misafir ettiler. Onları güzel bir şekilde ağırladılar. Bir müddet dinlendikten sonra kendileri için yapılan eve yerleştiler.

Allah Resulü (sav) davet İslam’a davete Medine’de de devam ediyordu. O (sav) Medine’de bir yandan sahabelerini yetiştiriyor, diğer bir taraftan da İslam Devleti’nin temellerini atıyordu. Burada insanlığın dünyasını ve ahiretini aydınlatacak örnek davranışlar öğretiliyordu. Bir taraftan da İslam’ı yok etmek isteyen müşriklerle savaşılıyordu. Bütün bunlara yakından şahit olan Hz. Ümmü Gülsüm (r. anha) bu dönemde de babasına ve İslam davasına hizmet etmeye devam etti.

Hicret yurdunda da üzüntüler dinmiyordu. Büyüklerin çilesi büyüktü. Annesini hicretten önce kaybetmiş olan Hz. Ümmü Gülsüm’ün (r. anha) Medine’ye gelişlerinin üzerinden daha bir yıl geçmeden ablası Hz. Rukıyye’nin de vefatıyla sarsıldı. Ablasının ölümü onu ve Hz. Fatıma’yı (r. anha) çok üzdü. Peygamberimizin (sav) o sırada Bedir’de müşriklerle savaşıyor olması, babasının yanında olamamak onun üzüntüsünü derinleştiriyordu. Ablası Hz. Rukıyye vefat edince, öksüz kalan dört yaşındaki oğlu yani yeğeni Abdullah’la yakından ilgilendi. Allah Resulü (sav) geldikten sonra Abdullah’ı yanına alınca, elinden geldiğince ona annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalıştı.

Hz. Osman eşi Rukiye’nin vefatı sonrası çok üzgündü. Üzüntülü halleri aylarca devam etti. Hz. Ömer Yalnız kalan Hz. Osman’a kızı Hafsa (r. anha) ile evlenmesi teklifinde bulundu ancak Hz. Osman bu teklifi Kabul etmedi. Hz. Ömer dostunun bu tavrına içerledi ve Allah Resulüne şikâyet etti.

Resulullah (sav):

“Ey Ömer Hafsa Osman’dan hayırlısı ile Osman da Hafsa’dan hayırlısı ile evlenecek” buyurdu. Bundan sonra Peygamberimiz (sav) Hz. Ömer’den kızı Hafsa’yı istedi ve kendine eş olarak seçti. Bu arada akrabalık bağlarının kesildiğini düşünen Hz. Osman’a da kızı Ümmü Gülsüm’ü nikâhladı. Gerekli hazırlıklar tamamlandı Hicret’in üçüncü yılında düğünleri yapıldı. Hz. Osman Ümmü Gülsüm ile evlenmekle Peygamberimize (sav) ikici defa damat olma şerefine nail oldu. Bundan sonra Hz. Osman’a “Zinnureyn” yani iki nur sahibi unvanına sahip oldu.

Ümmü Gülsüm ile Hz. Osman arasında sevgi ve şefkat vardı. Onlar birbirleriyle iyi anlaşır fazilette yarışırlardı. Zaman zaman evlerine uğrayan Resulullah (sav) kızına:

“Eşini nasıl buldun?” diye sordu.

O da:

“O çok iyi bir eş” dedi.

Allah Resulü (sav) kızına eşine çok iyi davranmasını tavsiye etti ve:

“O, atan İbrahim’e ve babana en fazla benzeyen kişidir” dedi.

Bundan dolayıdır ki Ümmü Gülsüm (r. anha) Hz. Osman’ı insanların en faziletlisi olarak bilip, ona öyle davranırdı.

Ümmü Gülsüm (r. anha) 27 yaşına gelmişti artık. Tam gün görecekti ki bedeninde bir bitkinlik hissediyor, yüzü soluyordu. Son zamanlarda pek bir şey yemez olmuş ve ince nahif olan vücudu iyice zayıflamıştı. Bu durum hastalanmasına sebep oldu. Birçok çile ıstıraba katlanan, yaşının üzerinde olgunluk gösteren Ümmü Gülsüm (r. anha) çok rahatsızdı.  O hasta yatağındayken İslam ordusu Tebük seferine çıkmıştı. Ne kocası ne de babası yanındaydı.

Ümmü Gülsüm çok bitkin bir vaziyetteyken ordunun Medine’ye Geldiğini duyunca biraz kendine gelir gibi oldu. Morali yerine geldi ancak takati kalmamıştı. Hz. Ümmü Gülsüm’ün vefat etmekte olduğu haberi Hz. Osman’a ulaştırıldı. Kalbi, eşinin durumuyla pır-pır atan Hz. Osman, Ümmü Gülsüm’ün (r. anha) yanına koştu, yanına vardığında o, Rabbine kavuşmuştu. Allah Resulü ve ashabı Hz. Osman’ın evine geldiler. Efendimiz (sav) kızının soğuk bedeni ile karşılaştığında şefkat dolu yüreği mahzun oldu ve gözyaşlarına boğuldu.

Yapılacak şey her vefat edene olduğu gibi teçhiz ve tekfin yapılması gerekiyordu. Efendimiz damadı Hz. Osman’ın koluna girip dışarı çıkardı. Hz. Safiye, Esma ve Ümmü Atiye (r. anhum) içeri girdi. Efendimiz bu kadınlara:

“Kızım Ümmü Gülsüm’ü (r. anha) üç, beş veya daha fazla yıkayınız.” Hanımlar Ümmü Gülsüm’ü (r. anha) yıkarken Peygamberimiz (sav), biricik kızının kefenini tek tek kendi elleriyle uzatıyor nasıl kefenleyeceklerini tarif ediyordu.

Peygamberimiz (sav), dua ve gözyaşları arasında kızının namazını kıldırdı ve onu da diğer kızları Rukıyye ile Zeynep’in yanına Baki Kabristanlığına defnetti.

Ümmü Gülsüm’ün (ra) vefatı Hz. Osman’ı (ra) çok mahzun etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz (sav) onu teselli için:

“On tane kızım olsaydı biri öldükçe onları birer-birer Osman’a nikahlardım.” buyurdu. Ona sevgi dolu iltifatta bulundu.

Rabbim ahirette Peygamberimizin (sav), kızları Ümmü Gülsüm, Rukıyye, Zeynep, Fatıma (r anhum) ve sevdikleriyle bizleri komşu eylesin, yollarından ayırmasın…(Âmin)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz