Hz. Fatıma (r.a) Hayatı, Hz. Fatıma Kimdir, Peygamberimizin Kızları

0
560

FATIMA (R. ANHA)

Sevgili Peygamberimiz (sav), Hz. Hatice ile evliliklerinden Peygamberimizin (sav) altı çocuğu oldu. Bunlar; Kasım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Abdullah’tı.

Hz. Fatıma, Sevgili Peygamberimizin (sav) peygamberliğinden yaklaşık bir sene önce (M. 609), Mekke’de doğdu. Hz. Peygamberimizin (sav) en küçük kızıydı. Künyesi babasının annesi, anam manasına gelen “Ümmü ebiha” idi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fatıma’yı anne sevgisiyle seven Resulullahın kendisine bu şekilde hitap etmesi olmasıdır. Lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın anlamında Zehra olmakla beraber “İffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betül lakabıyla anılmaktadır.

Bu mutlu aile yuvasında, Efendimiz (sav) en güzel duygularla Hz. Hatice ile beraberliklerini sürdürüyorlardı. Evlilik hayatı, Efendimizi (sav) çok rahatlatmıştı. Her şeyini paylaşacağı bir insan vardı. Nazik, kibar, ince duygulu Hz. Hatice’nin sevgisi tarif edilemezdi. Çocuklarının olması ayrı bir mutluluk kaynağıydı. Peygamberimiz (sav) eşinin cömertliğini, yumuşak huyluluğunu, kendisine yapmış olduğu iyiliği hiçbir zaman unutmayarak devamlı onu hayırla anardı. Toplumun, Peygamberimize (sav) yüz çevirdiği zamanlarda, kıymetli eşi teselli etmiş, maddi ve manevi desteklerini hiçbir zaman eksik etmemişti. Nasıl ona karşı sevgisi olmasın ki çocuklarının biri hariç hepsinin annesi o idi.

Sevgili Peygamberimiz (sav) ile kızı arasındaki ilişkiler aynı zamanda yaşadıkları toplumun geleneklerini de yerle bir ediyordu. O dönemin çarpık anlayışına göre: “Kendisine kız çocuğu müjdelendiği zaman babaların yüzleri utançtan simsiyah kesilirken, kız çocuğu oldu diye dostlarının yüzüne bakamayan babalar gizlice çöle götürüp bu çocukları diri diri toprağa gömerken, Peygamberimiz (sav) kızının doğum müjdesini alınca sevinçten yüzü aydınlanmış ve bu müjdeyi dostlarına bizzat kendisi duyurmuştur.”

Cahiliyede soy, mutlaka erkek çocuk kanalıyla devam ederken Peygamberimizin (sav) soyu kızı Hz. Fatıma ile devam etmiştir. Allah (cc) cahiliyenin bu geleneğini bizzat Resulullah (sav) aracılığıyla kaldırmıştır. Peygamberimizin (sav) birinci çocuğu Kasım’dan sonra diğer oğlu Abdullah’ta vefat edince, Mekke’nin cahilleri: “Muhammed’in soyu kesildi” diye sevinip “O artık ebter, yani soyu kesiktir” diye Peygamberimizle alay ediyorlardı. Sevgili Habibini bizzat yüce Allah savunmuş ve Peygamberimizi teselli eden Kevser Suresi nazil olmuştur:

“Biz sana kevseri verdik. O halde namaz kıl, kurban kes. Senin şanın yücedir. Asıl ebter ise o, Sana ebter diyendir.”

Sevgili Peygamberimiz (sav), kızını anlatırken:

“Babasının annesi, Baban sana feda olsun, kadınların efendisi, Fatıma’yı hoşnut eden beni hoşnut etmiştir, onu kızdıran Beni kızdırmıştır, kızım Fatıma’yı seven Beni sevmiştir, Fatıma’yı memnun eden Beni memnun etmiştir, Fatıma’yı üzen Beni üzmüştür. Fatıma Ben’den bir parçadır, kim onu incitirse beni incitmiş olur, Beni incitense Allah’ı incitmiştir” buyurduğu rivayet edilmektedir.

Sevgili Peygamberimiz (sav), sadece Hz. Fatıma’yı değil bütün kızlarına o kadar şefkatli davranırdı ki onları ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, bu çok ayıplanırdı. Düşünün ki:

“Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim” diyen bir zihniyetin hâkim olduğu bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma yükselten de yine Peygamberimizin (sav) getirdiği dindi.

Hz. Fatıma kısacık ömründe İslam kadınına örnek olacak zorlu ve çileli bir hayat sürdü. O, çocukluğunu İslam’ın en zayıf, Müslümanların en çok ezildiği bir ortamda Hz. Hatice gibi görgülü, edepli, asil bir annenin terbiyesi altında geçirdi. Babasının ve Müslümanların çektiği acıları diğer ablalarıyla birlikte yaşadı. Babası evden çıkıp İslam’ı tebliğ ederken o ya endişe içinde merakla kapıda bekler, ya da babasını adım adım izler ve onu kollamaya çalışırdı.

Bir gün Sevgili Peygamberimiz (sav), Mescid-i Haram’a gitmiş ve oradaki topluluğa kendisine gelen yeni dini anlatıyordu. İslam hakikatlerini duyan cahiliye mensupları kendi düzenlerini tehdit eden bu sesi boğmak için toplanmış ve O’na (sav) her türlü hakareti yaparak saldırmışlardı. Babasına hakaret edilişini ve dövülüşünü bir kenardan korkuyla izleyen Hz. Fatıma, müşriklerin dağılmasından sonra kanlar içindeki babasını alıp eve götürmüş ve bir anne şefkatiyle yaralarını sarmıştı. Buna benzer birçok olayla pişen Hz. Fatıma adeta gelecekte birçok çileye göğüs gerecek evlatların annesi olmaya hazırlanıyordu.

Çilenin ve ıstırabın zirve yaptığı zaman dilimlerinin birindeydi. Peygamberimiz (sav) Kâbe’de secde halinde Rabbine kulluk ederken müşrikler, işkence ve hakaret için her fırsatı değerlendiriyorlardı. Olay yine Kâbe’de gerçekleşti. Hz. Muhammed (sav) yine tek başınadır ve namaz kılmaktadır. Saldırganlar ise bu konuda Kureyş içinde daima başı çeken yedi kişilik özel bir gruptur. Gitgide daha çok hırslanarak ve söylenip birbirlerini tahrik ederek Hz. Muhammed’i (sav) seyrederler. Sonra Ebu Cehil’in gözüne bir gün önce putlara kurban edilerek orada kesilmiş bir devenin bağırsakları takılır. Aklına da çok parlak bir fikir gelir. Gözleri ışıldayarak yandaşlarına döner:

“Şu bağırsakları kim yere kapandığı zaman Muhammed’in boynuna geçirir!” der, Bu işlerin adamı Ukbe’dir. Hiç düşünmeden kalkar yerinden ve dudaklarında şeytanca bir sırıtmayla yerden, bir gündür kızgın güneşin altında iyice kokuşmuş olan bağırsakları alır ve olup bitenden habersiz Peygamberimizin (sav) sırtına bırakır. Hz. Muhammed (sav), deve dışkısı ve kanının altında havasız kalır, neredeyse boğulmaya başlar. Kureyşli sadistler ise gördükleri karşısında yıkılmamak için birbirlerine tutunarak, göğüslerini yumruklayarak ve sevinçten gözleri yaşararak katıla katıla gülmektedirler. Hayatları boyunca hiç bu kadar eğlenmemişlerdir. Sevgili Peygamberimizi (sav) ise en küçük kızı Hz. Fatıma kurtarır.

Hz. Fatıma, zayıf bedeni, minik elleri ile deve işkembesini güçlükle babasının üzerinden düşürür. Bir yandan da hırsından ağlamaktadır küçük Fatıma. Diğer yandan da işkembeyi çekiştirirken babasına bunları yapan insanlara var gücüyle sövüp saymaktadır. Nihayet babasının sırtından işkembeyi ve bağırsağı sıyırmayı başarır. Hz. Muhammed (sav) ise önce namazını bitirir. Sonra kahkahaları kesilmemiş olan sadistlerin karşısına geçer. Başından aşağıya doğru kokmuş kan ve dışkı karışımı sızmakta olduğu halde ellerini açarak:

 “Allah’ım Kureyş’i Sana havale ediyorum!” bu bedduayı duyunca donup kalırlar. Çünkü biliyorlar ki Hz. Muhammed (sav) gibi birisinin bu haldeyken ve bu mekânda yapacağı dua mutlaka kabul edilecektir ama iş işten de geçmiştir. Yapılan şey gerçekte Hz. Muhammed’in (sav) onuruna değil O’nun ve âlemlerin Rabbi olan Allah’ın gayretine dokunmuştur. Tabii ki bu küstahlığın bir bedeli olacaktır. Peygamberimizin (sav) o anda okumakta olduğu beddua sadece bu gerçeğin bir gereği ve yansımasıdır. Allah Resulü (sav) duasına şöyle devam eder:

“Allah’ım bu topluluğu Sana havale ediyorum. Allah’ım Ukbe’yi Sana havale ediyorum! Allah’ım Ümeyye’yi Sana havale ediyorum.” Sonra Utbe, Şeybe, Velid ve Umare der, yedi ismin hepsini tek tek sayar. Duydukları yedi İslam düşmanını fazlasıyla rahatsız eder ve korku içerisinde dağılırlar.

Allah (cc), Sevgili Peygamberimizin (sav) duasını sekiz sene sonra kabul etmiştir, o yedi kişinin hepsi Bedir Savaşı’nda öldürülmüştür.

Yine bir gün Hz. Fatıma, Mescid-i Haram’da oturan bir grup müşrikin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark etti. Çocuk kalbi buna dayanamaz ve ağlar bir vaziyette hızlıca eve dönüp müşriklerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber verdi. Böylece babasını muhtemel bir tehlikeye karşı korumuş oldu.

Mekke’de Müslümanlara rahat yoktu. İstemeyerek Medine’ye hicret etmek zorunda kaldılar. Başta ashabın güçsüzleri gizlice hicret ettiler. Bundan sonrada Allah Resulü (sav). Hz. Fatıma, Mekke döneminin tüm zorluklarına babasıyla birlikte katlandı ve Hz. Peygamber dâhil Müslümanların tamamına yakını Medine’ye hicret edene kadar Mekke’den ayrılmadı. Resulullah (sav) Medine’ye varıp Ebu Eyyüp El-Ensari Hazretlerinin evine yerleştikten sonra ilk iş olarak, Zeyd bin Harise ile Ebu Rafi’yi, Mekke’den aile fertlerini getirmek için görevlendirdi. Onlar hemen Mekke’ye gittiler. Hz. Fatıma ile Ümmü Gülsüm’ü, Peygamberimizin hanımı Sevde binti Zem’a’yı ayrıca Üsame bin Zeyd’i alıp getirdiler.   Böylece bu karanlık devrede geride kalmış oldu. Allah Resulü (as) böylece aile fertlerine kavuşmuş oldu.

Arapların geleneğinde bir genç kız ergenlik yaşına girince, hemen taliplileri olurdu ve yaş farkına çok önem verilmezdi. Bu örfi bir mesele olup İslam’ın teşvik ettiği bir durum değildir. Ashabın önde gelenleri Resulullah (sav) ile akrabalık bağı kurma, geliştirme adına Hz. Fatıma’ya talip olmuşlardı. O, on beş yaşını tamamladıktan sonra önce Hz. Ebu Bekir, ardından da Hz. Ömer evlenmek istemişti.  Resul-i Ekrem (sav) her iki teklife de olumlu cevap vermedi. Bunun ardından Hz. Ali Fatıma’yı istedi. Bu talebi Resulullah (sav) tarafından kabul edildi.

O sıralarda fakir bir delikanlı olan Hz. Ali’nin (ra) mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesinde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak yaklaşık 450 dirhem gümüş mehir vermiştir. Peygamber Efendimiz (sav), damadı Hz. Ali’ye (ra) evlenme giderleri, mehir ve düğün harcamaları hususunda son derece anlayışlı davranmıştır. Bir ailenin asgari ihtiyaçları karşılanmış; yuvanın kurulmasında mütevazı bir anlayış sergilenmiştir. Bu durum ailelerin evlenecek gençlere maddi-manevi destek olmaları ve ihtiyaçlarını karşılamaları hususunda orta yol izlemeleri gerektiğini göstermektedir.

Mesela; Hz. Ali (ra), eşine çeyiz olarak aldığı eşyalar şu şekildedir: Kadife kumaş, su kabı ve kenarları süslü yastık… Ayrıca Hz. Ali’nin (ra) verdiği mehirle sedir, yün yatak, hurma lifi minderi, kilim, yatak örtüsü, su kabı ve bir takım elbise alındı.

Bu örnek bize her şeyin para ve makam olmadığını, maddi imkânsızlıkları sebebiyle mutlu bir yuvanın kurulmasına aileler tarafından engel olunmaması gerektiğini göstermektedir. Evlilikte esas olan asgari geçim şartlarının yanında, huzuru yakalamak için gayret etmektir.

Resulullah (sav), düğün gecesi Hz. Ali’nin (ra) kapısına gidip kapısını çaldı. Ümmü Eymen (r. anha), kapıyı açtığında:

“Kardeşim burada mı?” diye sordu.

Ümmü Eymen (r. anha):

“Nasıl olur? Hz. Ali’yi (ra) hem kardeş olarak çağırıyorsun hem de kızını onunla evlendiriyorsun!” dedi.

Sevgili Peygamberimiz (sav):

“Söylediğim gibi” dedi ve ardından da:

“Esma bint-i Umeys de burada mı?” diye sordu.

“Evet!” deyince:

“Sizler Peygamberin kızına olan saygınız için mi buradasınız?” buyurdu.

Yine “Evet!” cevabını alınca:

“Çok iyi!” dedi ve hayır duasında bulundu.

Düğünleri Resulullahın (sav) Hz. Aişe ile evlenmesinden dört buçuk ay sonra hicretin ikinci yılının Zilkade (Mayıs 624) ayında gerçekleşti. Bu evliliklerinde Hz. Fatıma hicretin üçüncü yılının Ramazan ayında (Şubat 625) ilk çocuğu olan Hz. Hasan’ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hz. Hüseyin’i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda küçük yaşta ölen Muhassin ile Ümmü Gülsüm ve Zeynep doğdu. Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasında bazı küçük anlaşmazlıklar olmuştur, ancak Resul-i Ekrem’in(sav) aralarını bulması ve Hz. Fatıma’ya kocasına itaati tavsiye etmesi üzerine kırgınlıklar son bulmuş, Hz. Ali de artık eşini hiçbir şekilde üzmeyeceğini söylemiştir. Bu da bize örnek olması ve ibret almamız içindir.

Uhud Savaşı’nda, on hanım arkadaşıyla gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fatıma aynı zamanda yaralıları tedavi etti. Bu savaşta Peygamberimizin (sav) dişinin kırılması üzerine yüzündeki kanları sildi. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini Resulullahın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı.

Sevgili Peygamberimiz(sav), her yönüyle bizlere örnektir. Acaba O(sav) nasıl bir kayınpeder? Nasıl bir babaydı? Soruları aklımıza gelebilir. Hatıraları daha çok Hz. Ali (ra) ve Hz. Fatıma (r. anha) ile olmuştu. Peygamberimiz (sav), Hz. Ali (ra) ve Hz. Fatıma (r. anha) arasında sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirmekle kalmaz, onların arasını düzelterek hakemlik yapardı.

Sehl bin Sad Hz. Ali (ra) ile eşi Hz. Fatıma (r. anha) arasında geçen bir hadiseyi şöyle anlatır:

Bir gün Resulullah (sav), kızı Hz. Fatıma’nın (r. anha) evine gitti. Damadı Hz. Ali’yi (ra) evde bulamadı. Bunun üzerine Hz. Fatıma’ya (r. anha):

“Amcamın oğlu nerede?” diye sordu.

Biricik kızı:

“Aramızda bir şey oldu da darıldık. Bundan dolayı dışarı çıktı ve gündüz uykusunu benim yanımda uyumadı” dedi.

Sevgili Peygamberimiz (sav) bir sahabeden damadını bulmasını istedi. O sahabe Hz. Ali’yi (ra) buldu ve:

“Ya Resulullah, damadınız mescitte uyuyor” dedi.

Resulullah (sav) mescide gitti. Hz. Ali (ra) yan tarafına yatmış, elbisesi bir yandan sıyrılmış, vücudu toz toprak içerisindeydi. Peygamberimiz (sav):

“Ey Eba Turab! Ey Eba Turab, kalk!” diye toprağı Hz. Ali’nin (ra) üzerinden temizlemeye başladı. Damadının gönlünü alarak birlikte kızının saadet hanesine gittiler. Peygamberimizin (sav) birkaç saat sonra neşeli çıktığını gören sahabeden birisi, sebebini sorunca:

“Nasıl sevinçli olmayayım, en yakınlarımı barıştırdım” dedi.

Bu hadisede Peygamberimizin (sav) damadının ve kızının arasını düzelttikten sonra kendisine iki cihanın en güzel nimetleri verilircesine sevinmesi, evli çiftlerin arasını bulmanın maddi-manevi faydasına işaret etmektedir. Aile büyüklerine düşen en önemli görev, çiftler arasında sevgi ve saygı bağlarını geliştirmektir. Böyle bir kayınpedere sahip olmak büyük bir şerefti. Hz. Ali’nin (ra) evinde her zaman huzur ve sükûnet hâkimdi.

Çocuk sevmek, o dönemde bir büyüğün çocuklarına şefkat göstermesi zaaf kabul ediliyordu. Efendimiz (sav), birçok cahiliye davranışı gibi bu yanlış tavrı da örnek hareketleriyle değiştirdi.

Sevgili Peygamberimiz (sav), torunları Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) doğduktan sonra onları görmek için daha sık Hz. Fatıma’nın evine giderdi. Onların bakımlarıyla ilgilenir, onlarla oyun oynardı. Ayrıca onlara olan sevgisini sık sık ifade ederdi. Peygamberimiz (sav), Hz. Hasan (ra) için:

“Allah’ım Ben, onu seviyorum. Onu Sen de sev. Onu seveni de sev.” diye buyurmuşlardır. (Müslim, Kitab-ı Fedailu’s-Sahabe 56)

Usame bin Zeyd Şöyle Anlatıyor:

Resulullah beni alır, dizi üzerine, Hasan’ı da (ra) öbür dizine oturturdu. Sonra bizi göğsüne bastırır:

“Allah’ım bu ikisine rahmet ihsan eyle. Çünkü ben bunlara hayır ve saadet diliyorum.” derdi. (Buhari, Kitabu’l-Edeb 22)

Sevgili Peygamberimiz (sav) bir gün torunu Hz. Hasan’ı (ra) öptü. Yanında da ashaptan Akra bin Habis oturmaktaydı. Akra:

“Benim on tane çocuğum vardır, onlardan hiçbirini öpmedim.” dedi. Resulullah ona doğru baktı, sonra da:

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” buyurdu. (Buhari, Kitabu’s-Salât 52)

Resulullah (sav) Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’in (ra) gönüllerini namaz, cami ve manevi ilim meclislerinin aşkıyla daha çok küçük yaşlardan itibaren doldurmuştu. Şu iki örnekte Resulullahın (sav) namaz ve cami sevgisini torunlarına nasıl verdiğini gösterir. Bir gün cemaatle namaz kılarken Peygamberimiz (sav) secdeye varır. Secde o kadar uzun sürer ki, arkasında namaz kılanlar ne olduğunu merak ederler. Anormal bir şeylerin olduğunu ya da vahyin geldiğini düşünürler. Namaz bittikten sonra durumu merak edenlere Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle cevap verir:

“Hüseyin secdeye vardığımda sırtıma çıktı. Evde bu adeti edindiğinden, onu sırtımdan atamadım ve böylece secde uzun sürdü.” buyurmuştur. (Buhari, Kitabu’s-Salat 52)

Bir Başka Örnek İse:

Resulullah (sav) hutbedeyken Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) geldiler. Üstlerinde birer kırmızı gömlek vardı. Yürüyorlar ve arada sürçüyorlardı. Peygamberimiz (sav) minberden indi, onları alarak önüne koydu ve sonra şöyle buyurdu:

“Allah’ın; ‘mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir’ sözü haktır. Şu iki çocuğa baktım. Yürüyorlar ve sürçüyorlar. Sabredemedim ve nihayet konuşmamı keserek onları kaldırdım.” buyurmuştur. (Buhari, Sahih, Fiten 20)

Çocukluklarından kaynaklanan ufak-tefek yaramazlıklarına rağmen Resulullah (sav), torunları Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’i (ra) camiden, namazdan ve sohbet meclislerinden uzaklaştırmıyordu. Aksine, Sevgili Peygamberimiz (sav) onların caminin manevi havasından faydalanmalarını sağlayarak torunlarının gönlünde namaz ve sohbet aşkının yerleşmesini sağlıyordu.

Caminin feyzi ve namaz aşkıyla yetişen Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) yedi-sekiz yaşlarındayken hatalı abdest alan bir kişiye hatalı abdest aldığını söyleyemeyecek derecede ahlaki olgunluğa ulaşmışlardı. Onun gönlünü kırmak istemiyorlardı. Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’den (ra) birisi doğru, diğeri hatalı abdest alarak adama: “Hangimiz doğru abdest alıyoruz?” diye sordular. Böylece adamın hatasını anlamasını sağlayarak mutlu bir şekilde ayrıldılar.

Birisi, Hz. Hasan (ra) ve Hüseyin (ra) çocuklarına öğle ve ikindiyi, akşamla yatsıyı aynı zamanda kıldırarak öğreten bir adamı şikâyet etti. Onlar şikâyetçiye:

“Çocuklara namazı sevdirebiliyor mu? diye sordular. O, cevap veremeyince:

“Nasıl olursa olsun namazı çocuklara sevdirebilmek önemlidir.” diyen Peygamber torunları ibadetlere azami önem veriyorlardı.

Ebu Hüreyre’nin (ra) Rivayet Ettiği Bir Başka Misal:

Resulullah (sav) ile birlikte günün bir bölümünde sokağa çıktım. O (sav) benimle konuşmuyor, ben de Efendimiz (sav) ile konuşmuyordum. Nihayet Benikaynuka pazarına geldik. Sonra burada fazla durmadan ayrıldı ve biricik kızı Fatıma’nın evine gittik:

“Torunum burada mı? Torunum burada mı?” diye sordu.

Anladık ki annesi onu tertemiz yıkayıp giydirmek ve boynuna güzel kokulu gerdanlık takmak için alıkoymuş. Çok geçmeden Hasan (ra) koşarak geldi. Bunun üzerine Resulullah (sav):

“Allah’ım! Ben, onu seviyorum. Onu Sen de sev. Onu seveni de sev” diye duada bulundu. (Buhari, Kitabu’l-Büyu 9)

Peygamberimiz (sav) kızını evlendirmekle ondan ayrılmadı. Her sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son vedalaşacağı kişi Hz. Fatıma olurdu. Seferden döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı. Peygamberimiz (sav) bu yeni yuvaya çok önem veriyor; İslam ümmetinin geleceğini bu yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali ve Hz. Fatıma arasında iş bölümünü bizzat kendisi yapmıştı.

Cahiliye geleneğinde ağır işlerde ezilen kadınların aksine Hz. Fatıma sadece evin iç işlerinden, Hz. Ali de dış işlerinden sorumlu olacaktı.

Müslümanların çektiği sıkıntılar ve savaşlar her aileyi olduğu gibi bu aileyi de etkiliyordu. Hz. Fatıma da diğer Müslümanlar gibi yarı aç yarı tok yaşıyordu. Peygamber kızı olmasından dolayı hiçbir ayrıcalığı yoktu. Hz. Ali’nin ekonomik durumu iyi olmamasına rağmen Beytü’l-Mal’den haklarından fazla bir şey almadılar. Hz. Ali ticaret yapıp dünya malı biriktirme yerine, Peygamberimizin (sav) kâtipliğini yapar; İslam ümmeti için ilim biriktirirdi çünkü o ilmin kapısıydı. Ticaretin zevki ilimle uğraşmasına mâni olmazdı.

Resulullahın terbiyesiyle yetişen Hz. Fatıma, babasının hayâ ve edebini, konuşmasından yürüyüşüne kadar birçok vasfını üzerinde taşırdı. Babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek O’nun gibi sade yaşadı. Resulullaha (sav) en çok benzeyen Hz. Fatıma’ydı.

Hz. Fatıma genç yaşta çocuklarının bakımının yanında, avuçları nasırlanıncaya kadar un öğütüp kendi işini kendi yapıyordu. Hz. Ali ev işlerinde Hz. Fatıma’ya yardımcı oluyordu. Hz. Fatıma da Hz. Ali’ye. Hz. Fatıma’nın ev işlerinde çok yorulduğunu gören Hz. Ali, Peygamberimize (sav) durumu arz etti.

El değirmeninde un öğütmekten usanan Hz. Fatıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söyleyen Hz. Ali bu hususta Peygamberimizden (sav) yardım istemeye karar verdi. Hz. Fatıma Medine’ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek O’ndan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi istedi. Resulullah da esirleri, mescitte yatıp kalkan fakir Müslümanların (Ehl-i Suffa) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit; otuz üçer defa Subhanallah, elhamdülillâh, Allāhüekber demesinin istediği, hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi. Bu güzel vasıfları sebebiyle Resul-i Ekrem Hz. Fatıma’yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası da kendi evine gelince, Hz. Fatıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı.

Hz. Fatıma isteseydi çok lüks bir hayat sürebilir, bir değil birçok hizmetçi sahibi olabilirdi. Müslümanlar, Hz. Peygamberin (as) biricik kızı razı olsun, iyi bir hayat sürsün diye tüm varlıklarını onun önüne serebilirlerdi fakat o lüksün yerine çileyi seçti. Yaşarken fakirlerin, kölelerin, zayıfların durumuna baktı ve onlar gibi yaşadı. Hz. Fatıma’nın annesi Haticetü’l-Kübra’dan kalan bütün mirası İslam yolunda Allah için Resulullaha vermiş ve evlendiği zaman sıkıntılarla karşılaştığında da bunda hiçbir pişmanlık duymamıştı. Devrinin en büyük ticaret filosuna sahip olan Hz. Hatice annemiz, bütün servetini İslam’ın anlatılması için harcamıştı. Bütün serveti fakirlerin geçimi ve Efendimizin (sav), insanları Hakk’a davet ederken yemekler yedirmiş, iltifatlar etmişti. Bütün bu harcamaları, eşi ve Hz. Ebu Bekir (ra) gibi ashabın zenginleri karşılamaktaydı.

Hz. Fatıma ve Hz. Ali örnek bir Müslüman aile modeli oluşturdular. İhtiyaçtan fazlasını elde tutmadıkları gibi kendi ihtiyaçları olduğu halde muhtaçlara verdiler.  Kendilerini sorumlu kabul ederek fakirliğe sabrettiler. Hz. Fatıma’nın tek bir elbiseleri olmuş onu gece yıkayıp, gündüz tekrar giymişti.

Hz. Fatıma’nın kısa hayatında gösterişe, giyim kuşama, eşyaya, lezzetli yemeklere, ayıracak zamanı olmadı, olsaydı da orta yolu muhafaza ederdi. O günkü şartlarda insanların birçoğu fakirlikle mücadele ediyordu. O da o fakirlerden biriydi.

Hz. Fatıma’nın evine normal ziyaretlerini yaptığı bir günde babası, bir köşede nakışlı bir örtü görür, kapıdan geri döner ve ardından Hz. Fatıma’ya şu ikazı yapar:

“Bir peygambere zevki çeken şeylerle donatılmış bir eve girmek uygun değildir.”

Hz. Fatıma o örtüyü derhal kaldırarak bir daha da bu görüntüleri evine sokmadı. Allah Resulü (sav) ve âli beyti israfa ve gösterişe prim vermemesine rağmen daha sonraki asırlar ve günümüz Müslümanları israfa, gösterişe esir olmuşlardır.

Peygamberimiz (sav kadınlardan Hz. Fatıma’yı, erkeklerden de Hz. Ali’yi sevdiğini söyleyen Resul-i Ekrem (sav):

“Fatıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de Beni üzmüş olur.” Ve:

 “Bana melek gelerek Fatıma’nın Cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi” demiştir.

Cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadisinde de önce Hz. Hatice ile Hz. Fatıma’nın, sonra da Hz. Asiye ile Hz. Meryem’in adlarını söylemiştir.

Hz. Fatıma ve Hz. Ali ailesi cömert bir aile idi. Öyle bir anne-babanın terbiyesinde yetişmişlerdi ki kendileri ihtiyaçlı oldukları halde insanlara yardımcı oluyorlardı. Allah’a ibadet ve takvayı esas alarak yaşayan bu mübarek insanlar, bizlere örnek şahsiyetlerdi.

Oruçlu oldukları bir günün akşamı iftar için hazırladıkları bir miktar yiyeceği sofraya koymuşlardı. Kapıya gelen bir yoksulu geri çevirmemek için yemeklerini verdiler. Kendileri suyla iftar edip ertesi gün yine oruç tuttular. Yine o akşam bir yetim, üçüncü akşam bir esir gelir. Her defasında bir parça yiyeceklerini aç oldukları, canları çektiği halde yoksula, yetime ve esire yedirirler, kendileri de sadece su ile üç gün oruç tuttular. Kur’an-ı Kerim’de İnsan Suresi’nin şu ayetleri bu olay üzerine nazil olur:

“…İyiler de karışımı kafûr olan bir kadehten içerler; bir kaynak ki Allah’ın kulları ondan içerler, (İstedikleri yere de) fışkırtarak akıtırlar. Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler. ‘Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir günün azabından ötürü Rabbimizden korkarız’ derler. Allah da onları o günün şerrinden korumuş onların yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sevinç vermiştir.” (İnsan, 76/5-11)

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetler de Hz. Fatıma ile ilgilidir:

“Ey ehli beyt, Allah ancak sizden her çeşit pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz yapmayı dilemektedir.” (Ahzab, 33/33)

Hz. Ali (ra) eşi Hz. Fatıma’ya son derece değer verirdi. O dönemin şartları gereği Müslüman erkekler, birden fazla hanımla evlenirlerdi. Hz. Fatıma da Hz. Ali’nin diğer erkekler gibi başka bir hanımla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, ona eğer evlenmek isterse bu konuda diğerleri gibi davranacağını söyledi. Hz. Ali (ra) ise Peygamberin kızının üzerine herhangi bir kadın almayı uygun bulmadı.

Peygamberimizin (sav) Hz. Fatıma’ya olan sevgisini gösteren önemli bir olay şudur ki: Mekke’nin fethinden sonra Ebu Cehil’in yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resul-i Ekrem’in iznini talep etmeleri üzerine, onun gösterdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı konuşmalarda Hz. Fatıma’nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Resulullahın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeyeceğini, Cenab-ı Hakk’ın helal kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber bu evliliğe izin vermeyeceğini, ancak Hz. Ali’nin, Hz. Fatıma’yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi.

Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın vefatına kadar bir başka hanımla evlenmediği gibi cariye de edinmemişti. Resul-i Ekrem’in (sav) her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış hatta zaman zaman her biri Resulullahın (sav) kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdi. Hz. Fatıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, ona hizmet etmekten zevk duyardı. Mekke’nin fethedildiği yıl Resulullah (sav) evinde yıkanırken Hz. Fatıma’nın onu bir perde ile setretmeye çalışması, onların bu yakınlığının derecesini göstermekteydi. Resul-i Ekrem (sav), Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi ve çocukları Hasan ile Hüseyin’i abasının altına alarak:

“Allah’ım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl” diye dua etmiştir. Hz. Fatıma ile ilgili önemli hususlardan biri de Resulullahın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olmasıydı.

Hz. Fatıma çok sevdiği babasının bu dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, Resul-i Ekrem Hz. Fatıma’ya son hastalığı sırasında Kur’an-ı Kerim’i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını, bu sene Cebrail’in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine, Hz. Fatıma ağlamaya başlamış; Peygamberin, ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını, ayrıca onun mümin kadınların hanımefendisi olduğunu söylemesi üzerine de gülüp sevinmişti.

Peygamberimize (sav) çok düşkün olan Hz. Fatıma babasının vefatına çok üzüldü. Resul-i Ekrem (sav) defnedildikten sonra gördüğü Enes bin Mâlik’e:

“Resulullahın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?” diyerek ağladı ve daha sonra da günlerce göz yaşı döktü.

Sevgili Peygamberimizin (sav) vefatının ardından Hz. Fatıma ile Abbas bin Abdulmuttalib, Halife Ebu Bekir’e gelerek Resulullahın mirasından hisselerini istediler. Bu miras, Fedek ve Hayber’deki hurmalıklarla, Medine’deki bir bahçeden ibaretti. Peygamberimiz (sav), bu arazilerin gelirini toplumsal giderlere, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Halife onlara, Resulullahın, peygamberlerin miras bırakmayacağına dair hadisini hatırlattı. Onun mirasının söz konusu olamayacağını fakat ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi yine buraların gelirinden sağlanacağını söyledi. Kendisinin bu araziyi Peygamberimizin (sav) yaptığı şekilde bir mütevelli gibi kullanacağını anlattı. Hz. Aişe ile diğer bazı sahabelerin bu hadisi tasdik etmeleri üzerine. Miras iddiasından vazgeçildi. Yine de Hz. Fatıma halifenin bu tavrına biraz gücenerek vefat edinceye kadar onunla bir daha bu konu üzerinde konuşmadı. Bir rivayete göre ise Hz. Ebu Bekir, Hz. Fatıma’yı vefatından bir müddet önce ziyaret ederek gönlünü aldı.

Babasının vefatından sonra Hz. Fatıma’nın bir daha yüzünün gülmediği rivayet edilmektedir. Bu vefat ona çok ağır geldi ve acı-içli, edebi mersiyeler okurdu. Babasının ardından:

“…Varsın dünyanın doğu ve batısında bulunanlar Sen’in vefatını işitince ağlasınlar; neye yarar. Ben Sen’in ayrılığının verdiği üzüntüyle yüzüme gözyaşlarından resim yaparak geliyorum. Gündüzlerim ise gecemden farksız. Gönlümde kocaman yaralar hâkim ve canım yanıyor, ruhum sızlıyor…” ve mersiyeler devam edip gidiyor.

Hz. Fatıma, babasının defniyle başından sonuna kadar ilgilendi. Hatta cenaze suyu hazırlandığı sırada, Resulullahın (sav) elbisesi üzerinde olduğu halde gusledilmesini bizzat o hatırlattı.

Hz. Fatıma, İslam toplumuna, Peygamberimizin (sav) öğretisini unutmasınlar diye vaazlar veriyordu. Peygamberimizin (sav) vefatından sonra Mescid-i Nebevide bir hutbe verdi. Bu hutbesi onun hitabetteki gücüne en büyük delildi. Zaten onun anlatım tarzı ve söz söyleyiş tarzı Peygamberimize (sav) benzediği de kaydedilmekteydi. Bu hutbede hamd ve salat-u selamdan sonra İslami hükümleri bir-bir hatırlatan Hz. Fatıma, daha sonra Peygamberimizin (sav) vefatından İslam toplumu etkilenmesin, o tekrar eski hallerine dönme yanlışlığına düşmesinler diye onları şöyle uyarıyordu:

“…Siz azlıktınız, dosttan yoksundunuz. O halde tasın dibinde kalan içilip tüketilecek olan bir yudumluk suydunuz. Ateş dolu bir çukurun kenarındaydınız. Aç kişinin fırsat gözetmeden, müddet beklemeden kapıp yutuvereceği bir lokmaydınız. Yanan ateşten alınmış bir kordunuz. Yabancıların ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz. Çöldeki çukura dolmuş deve sidiği ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş bir içimlik suydunuz. Yediğiniz, ağaçların yaprakları ve tabaklanmış keçi derisinin yağlarıydı. Aşağılık bir hale düşmüştünüz, adamların ayakları altında kalmaktan korkuyordunuz ki, Allah’ın salat ona ve soyuna olsun, Muhammed’in sayesinde güçlüklerin belasına uğradıktan sonra Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehline tutsak düştükten sonra kurtuldunuz. Allah sizi bu sıkıntılardan kurtardı…”

Hz. Fatıma hastalanıp yatağa düştüğünde bile İslami düzenin korunması için konuşuyordu. Kendisini ziyarete gelen kadınlara:

 “…Ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız işler gebedir, bekleyin. Bundan böyle rahatça oturun; tam inançla gitmeyi bekleyip durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor, zalimlerin her yönü kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar, toplumunuzu darmadağın etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar, nice olur haliniz o zaman ki şimdi görmedikleriniz meydana çıkar…”

Hz. Fatıma, Resulullahın ölümünden beş buçuk ay sonra 03 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde vefat etti. Muhammed el-Bakır’ın belirttiğine göre; Hz. Fatıma’yı Hz. Ali yıkadı.  Ölümünden sonra vücudunu kimsenin görmemesi için vasiyeti üzerine onu Hz. Ali ile Hz. Ebu Bekir’in (ra) hanımı Esma binti Umeys’in yıkadığı da zikredilmektedir. Hz. Fatıma, kadın cenazelerinin erkeklerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esma binti Umeys’e söylediğinde, Esma, ona; Habeşistan’da cenazelerin tabut içinde taşındığını anlatmış, bunun üzerine Hz. Fatıma, kendi cenazesinin de böyle taşınmasını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi, Esma binti Umeys’in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-Baki’ye defnedildi. Rabbim ahirette başta Allah Resulü (sav) olmak üzere ehli beytiyle, ashabıyla ve peygamberlerine komşu eylesin. (Âmin)

Hz. Fatıma’dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır. Bunlardan ikisi hem Sahihi Buhari hem de Sahihi Müslim’de bulunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Aişe, Ümmü Seleme, Peygamberimizin (sav) hizmetkârı Ümmü Rafi’nin hanımı Selma, Enes bin. Mâlik ve başkaları hadis rivayette bulunmuşlardır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz