Hz. Zeynep (r.a) Hayatı, Hz. Zeynep Kimdir, Peygamberimizin Kızları

0
1059

ZEYNEP (R. ANHA) HAYATI

Sevgili Peygamberimiz (sav), Hz. Hatice ile evlendiklerinde Resulullah yirmi beş, Hz. Hatice ise kırk yaşındaydı. Hz. Hatice ticaretle uğraşıyordu. Hz. Hatice’nin imkânları boldu fakat israftan, gösterişten uzak bir hayat yaşıyordu. Efendimiz (sav) Hz. Hatice’nin evine yerleşti.

Bu mutlu aile yuvasında, Efendimiz (sav) en güzel duygularla, huzurla, saygı ve sevgiyle Hz. Hatice ile birlikteliklerini sürdürüyorlardı. Evlilik hayatı, Peygamberimizi (sav) teselli etmişti. Her şeyini paylaşacağı bir ailesi vardı artık. Nazik, kibar, ince duygulu bir hanım olan Hz. Hatice’nin Efendisine olan şefkati ve sevgisi tarif edilemezdi.

İlk kızı Hz. Zeyneb’in bu mutlu yuvaya gelmesi ayrı bir saadet oluşturdu. Peygamberimiz (sav) eşinin cömertliğini, yumuşak huyluluğunu, kendisine yapmış olduğu iyiliği hiçbir zaman unutmadı; onu devamlı hayırla andı. Herkesin Peygamberimizi (sav) yalnız bıraktığı zamanda kıymetli eşi teselli etmişti, maddi ve manevi bakımından yanında olmuştu. Peygamberimizin(sav) çocuklarının biri hariç, hepsinin annesi Hz. Hatice’ydi.

Hz. Zeynep, Peygamberimizin (sav) kızlarının yaşça en büyüğüydü. Kasım’dan sonra dünyaya gelmiş, onların ikinci çocuklarıydı. Hicretten yirmi üç yıl önce Peygamberimiz (sav) otuz yaşındayken dünyaya gelmişti. Çocuk yaşta İslam’la şereflenen ilk genç kızdı. İslam’ın ve imanın kaynağı, merhamet abidesi sevgili babasından asla ayrılmayan çilekeş bir iman abidesiydi. Annesinden aldığı yüksek terbiye ile evi çekip çeviren, kocasına hizmette kusur etmeyen, becerikli, nezaketli ve marifetli asil bir hanımefendiydi annesi gibi.

Doğacak çocuğun ebesi Selma Hatundu. Efendimizin (sav) evinde büyük bir heyecan vardı. Acaba bebek erkek mi, kız mı olacaktı? Ailesi merakla beklemekteydi. Çok geçmeden bir kız çocuğu dünyaya geldi.

Hz. Hatice annemizin evinde bulunan kadınları bir hüzün sardı. Bu haberi nasıl duyuracaklardı? Cahiliye devrinde Araplar, kız çocuklarına hiç değer vermezler diri diri toprağa gömerlerdi. Onlardan birine: “Kız çocuğun oldu” haberi verilince içleri kederle dolar, yüzleri değişirdi. İşte Zeynep böyle bir karanlık devirde dünyaya geldi fakat onun doğumunda matem olmadı. Kâinatın Efendisine bu haber ulaşınca aksine memnun ve mutlu oldu. Doğum müjdesi getirene teşekkür etti.

Peygamberimiz (sav) cahiliye devrinin çirkinliklerini hiç benimsememiş, vahşice yapılan hareketleri hiç tasvip etmemişti. İçkiden kumardan, kızları diri diri gömmekten nefret ederdi. Toplumdan bu kötülüklerin kaldırılması için nasıl bir mücadele verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bundan da kızı Zeynep doğunca hiç üzülmedi; Rabbine hamd etti: “Ben kız babasıyım” diyerek iftihar etti. Haberi alır almaz sevinçle, güler yüzle evine gitti. Yeni doğan kızını kucağına aldı ve ismini Zeynep koydu.

Hz. Zeynep, ilk kız çocuğu ve kardeşi Kasım’ın erken vefatı sonucu Efendimizin (sav) yaşayan ilk çocuğu sayılır. Hz. Zeynep, ailesine sadık, vefalı olmanın en zirve örneklerinden birisidir. Dünyadaki hanımlar onu tanımaya çok muhtaçtır. Fedakarlığı, ana-babasına karşı saygı ve sevgisi, hele kardeşlerine annesinin vefatından sora annelik yapması, melekleri gıptaya sevk eden bir davranıştır. İnsanlık onu her zaman örnek almaya muhtaçtır.

Hz. Hatice kadınların ilk iman edeni, Hz. Zeynep de genç kızlardan Müslüman olanların ilkiydi. Kendisinden sonra yaklaşık on yıl içinde dünyaya gelen kardeşleri, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ile (r. anhum) beraber büyüdü. Annesine ev işlerinde yardımcı oluyor, annesinin eli ayağı oluyordu. Annesine kardeşleri ile ilgilenmede yardımcı olması, şefkati, merhameti ona erken yaşta iyi bir hayat tecrübesi kazandırdı. Abla olmanın hakkını vererek annesinin vefatından sonra kardeşlerine kol kanat gerdi, anne oldu, abla oldu, babasına nefes oldu. Aile içerisinde babasının sağ koluydu. Ağır tebliğ görevi ve Mekkelilerin zulümlerine göğüs geriyor, merhametiyle, şefkatiyle babasına destek olmaya çalışıyordu. Kardeşleri de ablasını örnek alıyorlardı. Sevgili Peygamberimiz (sav), bazı peygamberlerin yaşadıkları gibi aile içinde imtihana maruz kalmıyordu. Bu da bir teselliydi. Hanımı, çocukları tebliğ görevinin yanındaydılar.

Peygamberimizin (sav) Hz. Hatice’den olan altı çocuğunun tamamı M. 610’da başlayan peygamberlik verilmeden önce dünyaya geldi. Yaklaşık on iki yılda altı çocukla şenlenen kutlu ailede, abla olma sorumluluğunu hakkıyla yerine getiriyordu. İki erkek kardeşin Kasım ile Abdullah’ın çocuk yaşta vefatları ailede büyük üzüntüye sebep oldu. Sadece Hz. Mariye’den olan İbrahim Medine’de dünyaya gelmiş ve o da çok yaşamamıştı. Hayatın sıkıntıları, Mekkelilerin babasına karşı zulümleri, aileyi daha çok birbirine bağlayarak kardeşlerini olgunlaştırırken Hz. Zeyneb’i yaşının üzerinde bir mevkie getirdi.

Her insan için büyüyüp yuva kurmak, huzurlu bir aileye sahip olmak hakkıydı. Bu vesileyle teyzesi Hale’nin oğlu Ebu’l-As bin Rebi’nin dikkatini çekmişti Zeynep. Hz. Hatice de yeğeni Ebu’l-As’ı çok seviyordu. Yeğeninin dürüstlüğü, samimiyeti, asaleti, mahir bir ticaret erbabı olması sebebiyle takdir ediyor, kendi çocuklarından onu ayırmıyordu. Ebu’l-As, baba tarafından Beni Ümeyye sülalesine mensuptu. Ebu’l-As’ın ana-babası, Zeyneb’e talip oldular. Hz. Hatice de kızının rızasını aldı. Sevgili Peygamberimizin (sav) de uygun görmesi sonucunda Zeynep, on beş yaşlarındayken Ebu’l-As ile evlendi. Evlendikleri zaman kocası henüz Müslüman olmamıştı. O sırada Müslüman bir kadının gayrimüslim bir erkekle evlenmesini yasaklayan hüküm inmemişti.

Ebü’l-As, sıcak bir yuvaya kavuşmuştu. Hz. Zeyneb’i çok seviyordu. Mutlu bir aile hayatı vardı. Sık sık ticaret için sefere çıkıyordu. Her sefere çıktığında Hz. Zeynep baba ocağında kalıyor; annesine ev işlerinde yardım ediyordu. Kocası yine bir sefere gitmişti. Annesinin yanındaydı kalırken babasında büyük değişiklikler meydana gelmiş ve babasının Hira Mağarası’ndaki ilk vahyi alıp eve dönüşüne şahit olmuştu. Hatta hayretle annesine:

“Ne oldu anne? Babamın durumunda bir değişiklik var.” dedi.

Hz. Hatice annemiz de evlatlarına:

“Babalarına yeni bir görev verildiğini, vahiy meleği Cebrail’in, Allah’tan emirler getirdiğini.” anlattı.

Hz. Zeynep de: “Sizin inandığınıza ben de inanırım anneciğim.” dedi. Birlikte kelime-i şehadet getirerek ilk Müslümanlardan oldular.

Ebu’l-As, seferden dönüp Mekke’ye girince; yeni bir dinin geldiğini ve peygamberin Hz. Muhammed (sav) olduğunu duydu. Evine vardığında hanımı Zeyneb’e:

“Baban Peygamberlik gelmiş öyle mi?” diye sordu.

O da:

“Evet, duydukların doğru… Ben de Müslüman oldum. Vallahi sen de biliyorsun ki, babam güvenilir ve dürüst bir kimsedir. Boş yere konuşmaz. Onun doğruluğunu Mekke’de tasdik etmeyen var mı? Ebubekir, Ali, Zeyd de Müslüman oldular. Ayrıca senin akrabalarından Osman ve Zübeyir de Müslüman oldu. Ey benim sevgili efendim, ben inandım, sen de inan!” dedi.

Ebü’l-As, garip bir tavırla hanımına baktı ve:

“Vallahi baban kötü bir kimse değil. ‘Muhammed’ül-Emindir’ O şaka bile olsa yalan-yanlış şeyler konuşmaz ancak ben, karısını hoşnut etmek için atalarının dinini terk etti dedirtmek istemiyorum.” dedi. Hanımının inancına da müdahale etmedi.

Peygamberimiz (sav) bütün insanlığı şirkten, kötülükten, inançsızlıktan, putlara tapmaktan kurtarmak için gönderilmişti. İnsanları Allah’a davete olumlu cevap vermeleri gerekirken en başta kendi milleti, maalesef akrabaları ve amcası ona karşı çıkıp bu daveti engellemeye başladılar. Müslüman olanların sayısı birer ikişer arttıkça kavmi, bu rahatsızlığını Müslümanlara tehdide, daha sonra da işkence etmeye dönüştürdüler.

Peygamberimiz (sav):

“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir.” buyurdu.

Güçsüzleri ve köleleri öldüresiye işkence etmekle kalmayıp Mekke’nin en şerefli ailesinden olmasına, hem de liderlerinden Ebu Talib’in koruması altında olmasına rağmen Peygamberimizi (sav) aşağılamaya, hakarete, sindirmeye giriştiler.

Abdullah bin Mesut (ra) Anlatıyor:

Bir gün Peygamberimiz (sav), Kâbe’nin yanında namaz kılıyordu. O sırada, Ebu Cehil ve arkadaşları orada oturuyorlardı. Ebu Cehil, yanındakilere:

“Hanginiz gidip falancaların dün kestiği devenin işkembesini alarak, secde ettiği zaman Muhammed’in sırtına koyar?” dedi.

Oradakilerin en azgını ve en bedbahtı, Ukbe bin Ebi Muayt, koşarak onu getirdi. Peygamberimiz (sav), secdeye vardığında, omuzları arasına koydu. Adamlar gülüştüler ve gülmekten eğilmeye başladılar. Ben ise, şaşırıp kalmıştım. Eğer gücüm olsaydı, Peygamberimizin (sav), sırtından o işkembeyi fırlatır atardım. Peygamberimiz (sav), secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet birisi gidip, kızı Fatıma’ya haber verdi. Hz. Fatıma gelerek, işkembeyi sırtından kaldırdı. Hz. Zeynep’te babasını kolluyor, su götürerek elini yüzünü yıkıyor, teselli etmeye çalışıyordu. Peygamberimiz (sav), namazını bitirince ellerini yücelere kaldırarak kâfirlere beddua etti. Peygamberimiz (sav), beddua ve hayır için dua ettiği zaman, üç kere tekrar ederdi. Sonra:

“Allah’ım Kureyş’i Sana havale ediyorum” diyerek üç defa tekrarladı. Onlar Peygamberimizin (sav), sesini duydukları zaman, bedduasından korktukları için, gülmeleri kesildi. Peygamberimiz (sav), daha sonra isim sayarak:

“Allah’ım! Ebu Cehil’i, Sana havale ediyorum. Utbe bin Rebia’yı, Şeybe bin Rebia’yı, Velid bin Ukbe’yi, Ümeyye bin Halefi ve Ukbe bin Ebu Muayt’ı Sana havale ediyorum!’ dedi. Yedinci bir kişi daha saydı ama onu hatırlamıyorum. Muhammed’i hak ile gönderen Zat’a yemin olsun ki, Peygamberimizin (sav) isimlerini saydığı kimselerin Bedir gününde, hep yerlere serildiğini gördüm. Sonrada bu cesetler, Bedir çukuruna sürüklenip atıldılar.”

Peygamberimiz (sav):

“Ey milletim, Allah’tan başka ilah yoktur, deyin ki kurtulasınız!” Etrafındakiler ise kimisi yüzüne tükürüyor, kimisi başına toprak döküyor, kimisi sövüyordu. Ta ki gün yarı oldu ve bir kız, elinde su kabıyla geldi. Peygamberimiz ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra ona:

“Korkma kızım, babanın başına bir şey getiremezler.”

Hz. Zeynep, kocasının aile içindeki davranışlarından çok memnundu. Onu sevip takdir ediyor, hürmette ve sevgide kusur etmiyor, sabırla hidayete ereceği vakti bekliyordu. Hz. Zeynep, yirmi yaşına gelince çok sevdiği annesinin vefatı, Efendimiz gibi dört kardeşi için de büyük bir imtihan oldu. Aynı yıl, Peygamberimizin (sav) kefili olan amcası Ebu Talib’in de vefatı bu seneyi “Hüzün Yılı” haline getirdi. Baskılar iyice artınca, Efendimizi (sav) öldürme planları, kıymetli babası Resul-i Ekrem (sav) ve üç kardeşi Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma Medine’ye hicret ederken o Mekke’nin o zaman karanlıklar içindeki ortamında, müşrik bir kocanın evinde kalmaya mahkûmdu. Mekke’de kalan ezilenlerden, çaresizlerden birisi oldu ama yıkılmadı, kocasına sadakatini ve ailesine fedakârlığını sürdürdü. Ümidini hiçbir zaman kaybetmedi.

Müslümanların Medine’ye hicretlerinden sonra, müşrikler boş durmadılar. Kin ve düşmanlık kilometrelerce öteye taşınmıştı. İslam’ın nurunu söndürmek, Allah’a inanan insanları yok etmek için her türlü çareye, hileye, zorbalığa başvuruyorlardı. Hicretten iki sene sonra Bedir Savaşı vuku bulmuştu. Tarihler 624’ü gösteriyordu.  Ebu’l-As’ta Bedir Savaşı’na katıldı. Bu savaşta Müşriklere, putları kendilerine ilah edinip Hakk’a karşı gelenlere ilk tokat vurulmuş oldu. Bu zaferi kazanan Müslümanlar’a Ebu’l-As esir düştü. Mekke eşrafından yetmiş müşrik savaşta öldürüldü. Yetmiş kişi de esir düştü. Bu durum karşısında Peygamberimiz (sav), ashabı ile istişare sonucunda esirlerin fidye vererek kurtulabileceklerine hükmetti.

Bu esaret Hz. Zeynep ve kocası için hayatın en karanlık gecesiydi. Bu zifiri karanlığın ileride ışığa yol vereceğini sonra öğreneceklerdi. Hoşumuza gitmeyen birçok hadisenin sonra nasıl insanın lehine döndüğünün bir başlangıcıydı. Sabır ve metanet gerekliydi. Kalplerin niyazını, mazlumların duasını, samimiliği neticesiz bırakmayan Yüce Allah’ın takdiri çok sürprizlere gebeydi fakat o günkü yürek parçalayan durum, gerek Peygamberimiz (sav), gerek kızı Hz. Zeynep için dayanılacak bir ıstırap değildi. Bir tarafta Hz. Zeyneb’in karşısında insanlığın Efendisi, hak dini ve adaleti getirmiş babası… Kendisi de onun bildirdiği dine gönülden bağlı, onu inkâr etmenin ebedi Cehenneme götüreceğini biliyor. Üstelik, zafer kazanmış komutandı. Öbür yanda O’na (sav) düşman safında yer alan kocası! Kocasına sahip çıkmak, Allah’ın elçisini, kıymetli babasını karşısına almak demekti. Hz. Zeyneb’in kalbi iki taraf arasında ikiye bölünmüştü. Akıllı ve inançlı bir insan olan Hz. Zeynep sonunda, yapması gerekenin en uygun olanını yaptı. Kocasını kurtarmak için elindeki avucundaki bütün paraları, hatta annesinin evlenirken taktığı kolyeyi bile Bedir’e gönderdi. Esirlerin fidye çıkını açılınca, Peygamberimizin (sav) gözü içindeki kolyeye takıldı. Bunun Hatice’nin Zeynep’e hediyesi olan kolye olduğunu söyledi.

Peygamberimiz(sav) çok duygulanmıştı. Bir tarafta Allah’ın verdiği görev karşısında düşman tarafındaki damadı; öbür tarafta sevgili kızı, bir tarafta da İslam’ı yaymak için düşmanlarla savaşan çile kahramanı arkadaşları… Peygamberimiz (sav), bu hüzünlü durumda arkadaşlarına:

“Fidyeyi almak hakkınızdır fakat dilerseniz Hatice’nin hatırasını Zeyneb’e iade edip esirini bedelsiz salıverirseniz, bu da sizin takdirinize kalmıştır.” dedi.

Ashabı O’nun (sav) hiçbir isteğine “Hayır” dememişlerdi buna mı itiraz edeceklerdi. Talep hemen yerine getirildi ve bu kolye iade edildi.

Müslüman hanımların müşriklerle evlenmemeleri, evli olanların da onlardan ayrılmaları gerektiğine dair hüküm inmişti. Peygamberimiz (sav), Ebu’l-As’ı gönderirken, bu İlahi hüküm gereği, hanımı Hz. Zeyneb’i serbest bırakıp, almak üzere göndereceği vekillerle Medine’ye gelmesine imkân vermesini istemiş, Ebu’l As da bunu kabul etmişti. Kur’an’da Rabbimiz (cc):

“Allah’a ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar, evlenmeyin. (Allah’a ortak koşan hür kadın), hoşunuza gitse dahi, inanan bir cariye, ortak koşan (hür) kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onları (kadınlarınızla) evlendirmeyin. (Allah’a ortak koşan hür erkek) hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan (hür) adamdan iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırıyor. İnsanlara ayetlerini açıklıyor ki öğüt alsınlar.” (Bakara, 2/221)

Bir Diğer Ayette İse:

“Ey inananlar, mümin kadınlar göç ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların (gerçekten) inanmış olduklarını anlarsanız, onları kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar onlara helaldir ne de onlar bunlara helal olurlar.” (Mümtehine, 60/10)

Hz. Zeynep, kocasını eş ve insan olarak çok beğendiği gibi o da hanımını aynı şekilde seviyordu ama kendi yakınlarının gözünde, düşman belledikleri Kâinatın Efendisinin damadı olduğundan, çevresi senelerdir baskı yapıp hanımını boşamaya zorluyordu. O da cesurca direniyor, söylenenlere kulak asmayarak:

“Ona bedel olabilecek Kureyş’ten bir kadın bulabileceğimi düşünemiyorum.” diyordu.

Sevgili Peygamberimiz (sav) çok geçmeden Kızı Zeyneb’i almak üzere Zeyd bin Harise’yi Mekke’ye gönderip kaçırma operasyonunu yapmakla görevlendirdi. Zeyd (ra) aile içinde büyümüş olup o devir hükümlerine göre Hz. Zeyneb’in ağabeyi idi. Hz. Zeyneb’in ona güvenmesini sağlamak için Efendimiz (sav) yüzüğünü Hz. Zeyd’e verdi. Hz. Zeyd yola düşüp çileli ve yorgun bir yolculuğun akabinde nihayet Mekke’ye ulaştı. Hz. Zeyneb’i kaçırmak için neler yapılması gerektiği üzerinde planlar yaptı. Birkaç gün sonra bir çobana rastladı. Çobanla biraz sohbet edip kimin için çalıştığını sorması üzerine, Ebu’l-As’ın yanında çalıştığını ve davarların Zeynep bint-i Muhammed’e ait olduğunu söyledi.

Hz. Zeyd çobana:

“Kimseye söylememek şartıyla sana vereceğim şeyi ona teslim eder misin?” dedi, o da kabul edince yüzüğü çobanla gönderdi. Hz. Zeynep yüzüğü tanıyıp veren şahsı ve yerini öğrendi.

Her şeyini kocasıyla paylaşan Hz. Zeynep durumu Ebu’l-As’a açtı. Anlayışlı bir insan olan Ebu’l-As, hanımını Medine’ye götürecek o zamanın şartlarında Peygamberimizin (sav) evlatlığı Hz. Zeyd ile gitmesine izin verdi. Hz. Zeynep etrafa belli etmeden, her an yola çıkılabilir diye yolculuk hazırlığı yapıyordu. Ebu Süfyan’ın hanımı, Utbe kızı Hind ona:

“İşittiğime göre babanın yanına gitmek istiyormuşsun?” deyince Zeynep:

“Hayır, yok böyle bir şey” dedi.

Hind tekrar:

“Amca kızı, bana doğruyu söyle. Eğer yolculuğun için ihtiyaç duyduğun bir şey varsa, imkânım var, sana yardımcı olabilirim. Benden gizleme, zira erkekler arasındaki düşmanlık kadınları ilgilendirmez.” dedi.

Hz. Zeynep der ki:

“Ben onun samimi olduğuna kanaat getirmekle beraber, korkumdan yine de gerçeği söylemedim.”

Ebu’l-As, tedbir amacıyla ortada görünmeksizin hanımını, kendisinin kardeşi, Hz. Zeyneb’in kayın biraderi Kinane ile gönderdi. Kinane onu Mekke’den çıkarıp Hz. Zeyd’in olduğu yere ulaştıracaktı. Zeynep deve üstünde mahfe içindeydi, Kinane deveyi çekiyordu. Kureyşliler’den bunu duyan birkaç kişi arkadan gelip Zituva’da onlara yetiştiler. Onlardan ilk davranan Hebbar bin Esved mahfeye mızrağı ile vurdu. Hamile olan Hz. Zeynep bir kayanın üstüne düştü ve kaburga kemiği kırıldı. Bu arada karnındaki çocuğu düşürdü ve vefatına kadar bu kırığın acısını hissetti. Kinane, yengesini yiğitçe savunmasına rağmen bu kanlı vaziyette yola devam mümkün olmadı. Hz. Zeyneb’i o zaman Mekke’nin lideri olan Ebu Süfyan’a götürdüler. Beni Haşim’den kadınlar, Hz. Zeyneb’i görmeye geldiler. Ebu Süfyan da Hz. Zeyneb’i onlara teslim etti. Ebu Süfyan, Hz. Zeyneb’in bu hicreti aleniyet kazanınca Mekkelilerin bundan rahatsızlıklarına tercüman olmuş, bu çıkışının onlar için bir zül olacağını, hiç değilse görmeyecekleri bir şekilde, güya bir emr-i vaki olarak kaçmasının uygun olacağını söylemiştir.

Ebu Süfyan Kinâne’ye, Kureyşliler’in düşmanı olan birinin kızını gözleri önünde alıp götürmesinin doğru olmadığını ve geceleyin yolculuk yapmalarının daha uygun olacağını söyledi. Geceleyin yola çıkan Kinane, Hz. Zeyneb’i, Hz. Zeyd bin Harise’ye teslim etti. Bu olay üzerine bir seriyye yollayan Resul-i Ekrem (sav), Hebbar ile Nafi’in yakalanıp öldürülmelerini emretti fakat seriyyeye katılanlar onları bulamadı. Hebbar da Mekke fethinden sonra Medine’ye dönerken Müslüman oldu.

Hz. Zeynep, hayli yıpranmış olarak yorucu bir yolculuktan sonra Medine’de şefkatli babasına ve kardeşlerine kavuşunca bir hayli rahatlamıştı.

Efendimiz (sav):

“Zeynep, kızlarımın en hayırlısıdır. Benden ötürü hayli musibetlere maruz kalmıştır.” dedi.

Peygamberimiz (sav) damadı Ebu’l-As’ı takdirle karşıladı onun hakkında:

“Aferin, konuştuğunda doğru söyledi, verdiği sözü de tuttu” diyerek onu takdir etmişti. Hz. Zeynep Medine’ye gelince Peygamberimizin (sav) yanında kaldı.

Kocasının Müslüman olmaması bir araya gelmelerine engel teşkil ettiğinden altıncı yılın sonuna kadar Hz. Zeynep Medine’de, kocası Mekke’de yaşadı. Ebü’l-As’ın bu zaman içinde Uhud Savaşı’na katıldığı zikredilmektedir.

Hicretten sonra altıncı yılın (628) sonundan bir müddet önce Ebu’l-As ticaret kervanıyla Şam’dan dönerken, Müslümanların arazisinden geçti. Müslüman hudut nöbetçi askerlerinden küçük bir birlik onu yakaladı. Akşam Medine’de bir haber yayıldı. Müslüman müfrezesi Medine yakınında Mekkelilerin ticaret kervanını, adamları ve malları ile ele geçirmiş. Kervanın başında da Ebu’l-As varmış. Mekkelilerle savaş hali sebebiyle harbi kafir durumunda olan Ebu’l-As’ın hayat hakkı yoktu. Onun öldürülmesinden endişe eden Hz. Zeynep sabahı zor etti. Sabah namazında mescide gidip Peygamberimiz (sav) namazı kıldırmaya başlayacağı sırada, kadınlar tarafından yüksek sesle, bütün mescide duyuracak şekilde:

”Ey Müslümanlar! Ben Resulullahın kızı Zeyneb’im. Bilesiniz ki Ebu’l-As benim kefaletim altındadır!” Peygamberimiz (sav) selam verdikten sonra Ashabına dönerek:

“Benim duyduğumu siz de işittiniz mi?” diye sorar.

“Evet” cevabını alınca, Zeyneb’in teşebbüsünden ancak şimdi haberdar olduğunu söyleyip:

“Vallahi, bilin ki Müslümanların en mütevazı olanı da eman verebilir” dedi. Sonra kızının yanına gidip ona dedi ki:

“Himayene aldığın bu kişiyi elinden geldiği kadar iyi karşıla fakat sakın sana dokunmasın, zira sen ona helal değilsin.”

Peygamber Efendimiz (sav) nöbetçi birliğine şu haberi gönderdi:

“Ganimete mutlak hakkınız var, sizin meşru malınızdır fakat eğer razı iseniz Ebu’l-As’ın mallarını iade ediniz.”

Ebu’l-As’a İslamiyet’e girmesi teklif edildi fakat o reddetti. Üstelik mallarını da istedi:

“Benim olsa istemem fakat bunlar emanet, Mekke’de sahiplerine ulaştırma borcum var.” dedi.

Müslümanların müsamahası kervandakilerin canları gibi mallarını da bağışladı. Müşterileri ile hesaplarını ayarlamak üzere Mekke’ye döndü. İlgililerin haklarını aldıklarına dair ikrarlarını aldıktan sonra, kendi hür iradesiyle İslam’ı kabul ettiğini ilan etti. Müşrikler bu haberle sarsıldı. Ebu’l-As, bundan sonra imansız yaşayamazdı, akıllı bir insandı fakat çevrenin etkisi tabir yerindeyse mahalle baskısı bir zaman ağır basmış ama hakikate gözlerini daha fazla kapayamazdı.

“Ben Medine’de Müslümanlığımı ilan etseydim, onlar canımı kurtarmak için İslam’a girdiğimi zannedeceklerdi. Mekke’deki mal sahipleri de kendilerinin mallarını korumadığımı, emanete hıyanet ettiğimi iddia edeceklerdi. Onun içindir ki bu kararımı şimdi bildiriyorum” dedi. Sonra Medine’ye hicret etti. Hudeybiye sözleşmesinden altı ay kadar önce idi.

Hz. Zeyneb’in, Ebu’l-As ile evliliklerinden iki tane çocuğu oldu. Bunlar Ümâme ve Ali idi. Ali, küçük yaşta vefat etti fazla yaşamadı. Biricik evladı vefat hastalığına yakalanınca Hz. Zeynep hemen babasını çağırdı. Peygamberimizin (sav) kızının evini şereflendirince çok üzüldüğünü gördü ve kızına:

“Şüphesiz Allah’ın aldığı da verdiği de kendisine aittir. Allah’ın yanında her şeyin tayin edilmiş bir eceli vardır.” buyurdu. Sonra da torununu kucağına aldı. Biricik torun o sırada can çekişiyordu. Ruhu çıkmak üzereydi. Şefkatli Nebinin gözlerinden sağanak halinde yaşlar dökülüyordu. O sırada yanlarında bulunan Sa’d bin Ubade (ra):

“Ya Resulullah bu nedir?” diye sordu. Peygamberimiz (sav):

“Allah’ın kullarının kalbine koymuş olduğu bir rahmettir. Allah, kullarından ancak merhametli olana rahmet eder.” buyurdu. Vefat eden biricik torun gözyaşları arasında toprağın bağrına kondu. Allah Resulü (sav) hayattayken bütün acıları yaşadı fakat hiçbir zaman isyan etmedi çünkü bunların nereden geldiğini çok iyi biliyordu.

Hz. Zeyneb’in kızı Ümâme ise teyzesi Hz. Fatıma’nın isteğiyle kendisinin vefatından sonra Hz. Ali ile evlendi ve Hasan ile Hüseyin’e annelik yaptı.

Hz. Zeynep henüz otuz bir yaşında iken Medine’de vefat etti. Ölüm sebebinin hicret sırasındaki hazin vakadan olmasından şehit sayıldı. Cenazesini Peygamberimizin (sav) hanımları Sevde ve Ümmü Seleme ile sahabelerden Ümmü Atiye ve Ümmü Eymen (r. anhum) yıkadı. Bu annelerimiz, Hz. Zeyneb’in evine gittiler. Resul-i Ekrem (sav) onlara:

“Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest azalarından başlayınız. Tek sayıda üç-beş-yedi kere, hatta gerekli görürseniz bundan fazla yıkayınız. Sonunda suya kâfur yahut kâfurdan biraz koku koyunuz. Yıkama işini bitirince bana bildiriniz.” buyurdu ve kendi izârını vererek kızının vücuduna kefen olarak sarılmasını istedi. Cenaze namazını da bizzat kendisi kıldırdı.

Efendimiz (sav), hüzünlü bir vaziyette kabre indi. Biraz bekledi ve dua etti. Sonra sevinç içerisinde dışarı çıktı. Oradakilere şu müjdeyi verdi:

“Zeyneb’in zayıflığını düşünüp Allah Teâlâ’dan onun kabrini genişletip sıkıntısını gidermesini diledim. Allah duamı kabul buyurdu ve kabrini genişletip, sıkıntısını giderdi.” buyurdu.

Hz. Zeyneb’in mutlu bir hayatı paylaştığı kocasının asıl adı Lakit’tir. Daha çok künyesi Ebu’l-As ile meşhur olan kocası, Mekke’ye çok bağlı olmakla tanınmaktadır. Nitekim Ebu’l-As, hanımının vefatından sonra, aynı yılda fethedilen Mekke’ye yerleşmiştir. Abdullah bin Abbas ile Abdullah bin Amr bin As (r. anhum) ondan hadis nakletmişlerdir. O da hanımından dört sene sonra Hicretin 12. yılı Zilhicce ayında vefat etti. Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde meydana gelen Yemâme Savaşı’nda şehit olduğu bildirilmektedir. Allah onlardan razı olsun. Onların güzel davranışlarını, mutlu evliliklerini, fedakarlıklarını, anlayan, onları örnek alarak hayatımızı onların güzel ahlakıyla ahlaklanan insanlardan olmamızı Yüce rabbim bütün inananlara nasip etsin. Ahirette bu mübarek insanlara komşu olmak ümidiyle…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz